Gecenin kalbinde*

gece

Saint Exupéry’nin 1931 yılında yayımlanan Gece Uçuşu (Vol de Nuit) adlı kısa romanı, ilk bakışta posta uçaklarını ve orada görev yapanların iş hayatını anlatıyor gibi görünse de kitaptaki karakterlerin çelişkili ruh halleri ve birbirinden farklı düşünce/duygu dünyalarını büyük bir açıklıkla ortaya koyması bakımından da oldukça özgün bir eser. Saint Exupéry’nin de bir pilot olduğunu düşündüğümüzde Gece Uçuşu’nun yalnızca kurmaca bir eser değil, aynı zamanda yazarın Arjantin’deki yaşamında gözlemlediği olaylar sonucunda şekillenen belgesel bir anlatı olduğu sonucuna da varabiliriz. 1930 yılının Güney Amerikasında geçen Gece Uçuşu; Şili, Paraguay ve Patagonya’dan kalkan üç posta uçağının Buenos Aires’e varış sürecini anlatıyor temelde. Ancak hikâye Exupéry’nin ustalıklı kurgusuyla birleşince macera/gerilim yoğunluklu bir uçuş yolculuğu ile beraber psikolojik/dramatik bir karakter romanı çıkıyor karşımıza. Gece Uçuşu’nu diğer serüven romanlarından ayıran en belirgin özellik, insanlık hallerini ve yaşam karşısındaki güçsüzlüğümüzü acımasız bir biçimde anlatmasında ortaya çıkıyor belki de.

“Tepeler, uçağın altında, gölgeden izlerini akşamın altınına gömüyordu şimdiden” cümlesiyle başlayan kitap, tıpkı bir filmin ilk sahnesi gibi yavaş ve sessizce başlıyor. Tepede büyük bir sakinlik içerisinde seyreden uçak, yeryüzünün gökyüzünden nasıl göründüğünü ve kendi hayatımızı dışarıdan izlemenin nasıl bir deneyim olabileceğini gösteriyor sanki burada. Saint Exupéry uçak imgesini bir dürbün veya kamera gibi kullanıyor ve görünen ile görünmeyeni, bilinen ve gizlenenleri büyük bir beceriyle resmediyor. Yine açılış bölümünde yer alan şu cümleler, iki uzak kutbu birbirine yaklaştıran kamera metaforunu yeterince özetliyor aslında: “Ve şimdi, tıpkı bir gece gözcüsü gibi, gecenin kalbinde, gecenin insanları gösterdiğini keşfediyordu: bu çağrılar, bu ışıklar, bu tedirginlik… Gölgelerin içinde yapayalnız duran şu yıldız: Bir evin tek başına kalışı.”

Yerden kilometlerce yükseklikte seyreden bir uçağın görüş alanında dağları, tepeleri, çukurda kalan köyleri ve izler halinde belirip kaybolan insan siluetlerini görüyoruz ilkin. Pilot koltuğundaki Fabien, bir akvaryum gibi sakin görünen gökyüzünün içinden geçerek kendi yaşamını düşünüyor o sırada. İnsanların hayatını kolaylaştıran evleri, küçük kafeleri, gezi yolları üzerindeki ağaçları izliyor ve her şeyin normal akışında devam ettiğini düşünerek kendi yaşamının sakinliğiyle mutlu oluyor. Fabien’ın bu dingin manzara karşısında mutlu olmasının temelinde basit ve sorunsuz bir hayat sürmesi var elbette. Anlatıcı yazarın ifadesiyle “İnsanların içlerinde biriktirdiği çok fazla derdi vardı, o yüzden, hiç değişmeyecek bir manzaraya bakan basit bir adam olma ihtiyacı hissediyordu” Fabien. Ancak uçağın telsiz sorumlusu Fabien gibi düşünmüyor ve büyük bir fırtınanın içerisine sürükleneceklerini söylüyor pilota. Fabien’ın bu düşünce karşısındaki cevabı, aynı zamanda Gece Uçuşu’nun inanç ve cesaret temasını ortaya çıkaran ana fikriyle büyük ölçüde uyuşuyor: “Gökyüzü açık, rüzgâr yok. Devam edeceğiz.”

Kitabın ilerleyen bölümlerinde farklı karakterlerle de karşılaşıyoruz. Buenos Aires’teki posta trafiğini kontrol eden ve teslimatın zamanında gerçekleşmesi için büyük bir disiplinle çalışan Riviére, bu anlamda kitabın baş karakteri olarak çıkıyor karşımıza. Havaalanındaki posta ağının her bir aşamasından haberdar olan Riviére, işini ciddiyetle yapması ve sorumlu olduğu kişilere karşı koyduğu katı kurallarla da öne çıkan baskın bir karakter. Saint Exupéry böyle bir karakter oluşturarak sorumluluk bilincini ortaya koyduğu gibi iş yaşantısında duyguların mı yoksa düşüncelerin mi ön plana çıkarılması gerektiğini de sorguluyor burada. En ufak bir hatayı bile kabul etmeyen Riviére, verdiği kararlarla kişileri cezalandırmaktan çok, onların kusurlarına sınır koyma kaygısı taşıyor. Kişisel yaşamı ve özel hayatı konusunda fazla bilgi sahibi olmadığımız bu karakter, yaşadığı gelgitler ve içinde bulunduğu çelişkilerle insanın karmaşık doğasını ustaca betimliyor aynı zamanda. Emri altında çalışan kişileri seven fakat bu sevgiyi onlara hissettirmeyen Riviére, merhamet duygusunun sınırlarını de çizmiş oluyor bir bakıma. İnsanları harekete geçirmek, onlara sahip oldukları gücü ve sorumluluğu hatırlatmak, dolayısıyla cesaret duygusunu aşılamak ve hep daha fazlasını yapabilmek/yaptırabilmek için büyük bir çaba sarf ediyor Riviére.

Kitabın ilerleyen bölümlerinde bu karakterin içine düştüğü çelişki, Gece Uçuşu’nun psikolojik yanını büyük bir açıklıkla ortaya koyuyor. Fabien’ın uçağı fırtınaya doğru sürüklenirken, eşi, ondan haber alamadığı için Riviére’le temasa geçiyor ve o sahnede Riviére’in yaşadığı duygusal çöküntü en ince detaylarına kadar açığa çıkıyor. Gece Uçuşu’nu ve belki de kitabın merkezinde yer alan Riviére’i en iyi ifade eden cümle şu olabilir: “İnsan hayatından daha değerli hiçbir şey olmasa da, sanki insan hayatından daha değerli bir şeyler varmış gibi davranıyoruz… Ama nedir bu?” Böylesine güçlü bir soru karşısında durup düşünmemek mümkün değil elbette. İnsan hayatından daha değerli bir şey olmadığını bir yandan kabul ediyor, bir yandan da öyle değilmiş gibi davranıyoruz. Yalnızca Riviére’in değil, sanırım bütün insanların kafasını meşgul eden bir sorun bu. Böyle bir çelişkinin farkında olmak ve bu durumu bir çözüme kavuşturamamak… Bütün hayatımız bu inkâr ve kabul etrafında şekillenmiyor mu? Bu saptamadan sonra gelen “Ama nedir bu?” sorusu ise, içinde bulunduğumuz felaketi iyice büyütüyor.

Ünlü Fransız yazar Andre Gidé, Gece Uçuşu hakkında yazdığı bir yazıda Riviére karakterinden ve onun karmaşık psikolojisinden söz eder. Gidé’e göre bütün bir yaşamı detaylarıyla anlatılmasa da kitabı okuduğumuz sırada Riviére’in zaaflarını, korkaklığını, yanılgılarını çok iyi anlayabiliyoruz. Bizim okurken kibir veya öfke dediğimiz duyguyu, Andre Gidé merhamet olarak da yorumluyor. Yani Gidé’e göre emri altında bulunan kişilere büyük bir baskı uygulayan Riviére, zorbalığın veya baskının temsili değil burada. Onların daha az  hata yapması, daha sağlıklı düşünebilmesi için çaba sarf eden gizli bir güç, bir işaret belki de. Doğruluğu öğretme amacındaki bir kişi sevgiden ve merhametten mahrum olabilir mi?

Saint Exupéry’nin insan psikolojisini büyük bir derinlikle incelediği Gece Uçuşu adlı romanını, hem bir arayış hem de bir kaybediş hikâyesi şeklinde okumak da mümkün. Öyle olduğunu bildiğimiz ve öyle değilmiş gibi davrandığımız her şey için bir yüzleşme ve hesaplaşma kitabı belki de. Exupéry’nin Riviére hakkındaki şu ifadelerini ele aldığımızda düşünmemiz gereken asıl sorun biraz daha netleşiyor: “Belki de kurtarılması gereken ve daha dayanıklı bir şeyler de vardır: belki de Riviére’in üzerinde çalıştığı, insanın kurtarılması gereken yanıdır.”

*Bu yazı, Arka Kapak dergisinin Şubat 2017 tarihli 17. sayısında yayımlandı.

img_-ec1hv

 

 

1 Yorum

Yorum bırakın