Haruki Murakami’nin 2004’te yazdığı ve Türkçeye 2017 yılında çevrilen yeni romanı Karanlıktan Sonra, yazarın önceki romanlarından aşina olduğumuz birçok konuyu ele alan kısa ve oldukça etkileyici bir kitap. Murakami’nin dünyasını artık az çok çözümleyebiliyoruz: Hemen her kitabında caz ve blues müziğinden izler bulduğumuz, teknolojinin ve gündelik yaşamın içinde hapsolmuş yalnız karakterleriyle, rüyalarla gizemli ölümlerin iç içe geçtiği masalsı bir atmosfer var Murakami’nin yazın evreninde. Karanlıktan Sonra’da da yine benzer bir dünya kuruyor Murakami. Romanın zamansal kurgusu düz bir akışta seyrederken olayların düğümlendiği ve çözüme ulaştığı ayrıntılar yine çok belirgin bir biçimde anlatılmıyor. Gerçeği büyülü bir şekilde gözümüzün önüne getiren yazar, bu defa kısa bir zamanda geçen yine ilginç ve akıcı bir hikaye anlatıyor.
Karanlıktan Sonra’nın hikâyesi Tokyo’daki bir kafe-restoranda başlıyor ve tren istasyonlarından ıssız parklara, alışveriş merkezlerinden otel odalarına kadar farklı mekânlarda geçiyor. Romanın zaman dilimiyse oldukça kısıtlı: Gece 12’den sabah 7’ye kadar süren bir hikâye var karşımızda. Gece yolculuğundaki ‘uykusuz’ karakterlerin kaderi bir şekilde Tokyo’nun çeşitli mekânlarında kesişiyor ve ortaya gizemli bir anlatı çıkıyor. Gece 12’de başlayan hikâyede ilkin Mari adlı karakterle tanışıyoruz. Bir kafede tek başına oturup kitabını okuyan Mari’yi birazdan Takahaşi adında genç bir müzisyen delikanlı ziyaret ediyor. İkisi arasındaki ilişki bu sahnede tam olarak ifade edilmiyor, ancak bir süre sonra Takahaşi müzik provasına gittikten sonra Kaoru adında bir kadın geliyor kafeye ve olaylar da bu ziyaretten sonra gelişiyor. Kaoru, Alphaville adlı bir aşk otelinde çalışan orta yaşlarda bir kadın. Otelde gerçekleşen bir saldırı sonrasında Mari’ye ulaşıyor ve otelde şiddete maruz kalan Çinli müşterinin başına gelenleri anlamak için Mari’den yardım istiyor. Mari’nin bu aşk oteline gelmesi ve Kaoru’yla yakınlaşmasından sonra karakterlerin iç dünyaları hakkında bilgiler edinmeye başlıyoruz. Romandaki karakterlerin hemen hepsi geçmişte yaşadığı korkunç bir olayı unutmak isteyen ve yeni bir hayata başlamak için kendini yeniden var eden insanlar. Bir diğer ortak özellikleri de herkesin uykuda olduğu bu saatlerde onların uyanık olması. Kitapta uyuyan yalnızca bir kişi var, o da Mari’nin genç ve güzel ablası, Takahaşi’nin de bir zamanlar etkilendiği Eri Asay. Mari ve Takahaşi arasında gelişen ilişkinin çıkış noktası olan Eri, romandaki bütün karakterlerin aksine uzun ve derin bir uykunun içinde geçiriyor saatlerini, hatta günlerini ve haftalarını. Murakami romanlarındaki masalsı dünyanın güçlü bir metaforu olarak karşımıza çıkan Eri Asay’ı, bir anlamda Uyuyan Güzel’e yapılan bir gönderme şeklinde de okumak mümkün. Mari, ablasının bu durumunu Kaoru’yla paylaştığında ondan etkileyeci bir karşılık alır. Kaoru’ya göre Eri’nin bu uzun uykudan uyanabilmesi için birinin onu öpmesi gerekiyor çünkü masalın mutlu sonla bitmesi için bunun gerekli olduğunu düşünüyor Kaoru. Romanın son bölümünde Eri’nin yatak odasına girip yanına uzanan ve ona sımsıkı sarılan kişinin kim olacağı konusunda ‘kesin’ bir cevap bulmak hayli kolay gibi görünse de Murakami bu düşüncemizi boşa çıkartıyor ve sürpriz bir finalle romanını noktalıyor.
Karanlıktan Sonra, temposu yüksek anlatımının yanı sıra biçimsel farklılığıyla da öne çıkan bir kitap. Murakami romanda bir anlatıcı olarak araya giriyor bazen ve tıpkı bir sinema filminin sinopsisi gibi olayları anlatıcının gözünden aktarıyor. Romanın çoğu bölümünde anlatıcının tasvir ettiği durumları aktarırken de yükselen, alçalan hareketli bir kamera gibi bizi mekânın hemen her yerinde büyük bir ustalıkla dolaştırabiliyor. Kitabın giriş bölümünde bu durum açıkça fark edilebilir: “Şehir gözümüzün önünde uzanıyor. Yükseklerde uçan bir gece kuşunun gözlerinden, biz, bu manzarayı görüyoruz… Görüş alanımız içinde, ışıkların yoğunlaştığı bir yeri seçip oraya odaklanıyoruz. O noktaya yönelip, üzerine doğru sessizce alçalıyoruz.”
Karanlıktan Sonra/ Haruki Murakami/ Çev. Ali Volkan Erdemir/ Doğan Kitap/ 2017
*Bu yazı, Arka Kapak dergisinin Ağustos 2017 tarihi 23. sayısında yayımlandı.