Yazının anlatım yolları*

 

ferit edgü yazmak eylemi ile ilgili görsel sonucu

 

Yazınsal eserlerin gerçekliği içinde metnin bütün yaratıcı bileşenlerinin tek elde toplandığı odak şüphesiz ki yazının dilsel biçemidir. Kurmacanın belirleyici unsurlarının başında gelen biçem, çoğu zaman anlamı da pekiştiren ve çoğaltan bir üst yapı olarak karşımıza çıkar. Metnin yazınsal düzeyini yukarı çeken, anlamla birlikte öteki taşıyıcıları da güçlendiren biçem, yazının örtük yapısı içinde kendini hemen öne çıkarmadığı gibi çoğu kez anlatının gizli destekleyicisi konumunu üstlenir. Yaratıcı yazının çatısı dilsel biçemin olanakları dahilinde kurulursa ortaya çıkan metnin düzeyi de o ölçüde yetkinleşir; sözcüklerin temsil ettiği anlamın ötesine geçen bir yapı ortaya çıkar ki böylece yazınsal gerçekliğin eninde sonunda dilsel biçeme dayandığı bir kez daha anlaşılır.

Kurmacanın yaratım sürecinde yazarın bir kimlik oluşturma ve özgün bir anlatı kurma çabası da yine dilsel bir biçem ihtiyacının gerekli olduğunu gösterir. Metnin karmaşık örgüsü içinde kendi dilinin özgünlüğünü ortaya çıkarabilmiş yazarın başarısı aynı zamanda metnin de başarısı sayılmalı o halde. Böyle bir sürecin sonunda yazınsal kimliği ortaya çıkaracak belirleyici unsurun biçem olduğunu söylemek, aynı zamanda yaratıcı yazının en temel meselesinin altını çizmek anlamına gelir.

Raymond Queneau, Biçem Alıştırmaları (çev. Armağan Ekici, Sel Yayıncılık, 2003) kitabında biçemsel anlatımın sınırları içinde ‘sıradan’ bir hikâyenin bambaşka gerçekliklere bürünebileceğini ifade ederken farklı bir konuya da dikkat çekiyordu elbette. Queneau bu kitabında gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarabilmek için yeni bakış açıları geliştirmenin önemi üzerinden dil/anlam ilişkisini de irdeliyor ve biçemsel yapının metnin birincil unsuru olduğunu belirtiyordu. Anlam ve biçemin bir aradayken yepyeni bir yapı inşa edebileceğini gösteren bu bakış, gerçeğin tek ve değişmez olduğunu kabul etmekle birlikte gerçekliği göstermenin türlü yolları olabileceğine karşılık geliyor temelde. Sıradan bir olayı doksan dokuz farklı biçemle anlatma yoluna giderken elbette metnin yapısı ve dilin olanakları dahilinde hareket eden Queneau’nun, kurucularından ve önde gelen yazarlarından biri olduğu Oulipo hareketinin kapsamını ve etkisini ortaya koymak için böyle bir alıştırmaya soyunduğunu belirtmek daha doğru olur tabii. Queneau’nun 1960’ta Le Lionnais ile birlikte kurduğu Oulipo hareketi dilin sınırlarını genişletmek, mantığa ve matematiğe dayanan teknik bir yapı inşa etmek; iç içe geçen hikâyeler, dil oyunları ve karışık cümlelerle yeni bir söylemin peşinde ilerlemek amacıyla ortaya çıkmış bir düşünceden doğmuştu. Kalıplaşmış anlatım biçimlerini ters yüz etmeyi amaçlayan Oulipo hareketinin kısa süre içinde George Perec ve Italo Calvino gibi yazarları da etkilediğini ve Yaşam Kullanma Kılavuzu, Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu gibi eserlerin de bu biçemsel anlayış kapsamında yazıldığını ayrıca belirtmek gerek.

Ferit Edgü’nün Yazmak Eylemi (Birinci baskı Ada Yayınları, 1980) kitabının da ilk bakışta Oulipo -özellikle Biçem Alıştırmaları– etkisiyle yazıldığını söylemek mümkün. Edgü kitap için yazdığı önsözde bu duruma şöyle açıklık getiriyor: “Birkaç yıl önce, Raymond Queneau’nun Exercises de Style (Üslûp Alıştırmaları) adlı kitabını çevirmeye çalışıyordum. Amacım, kendi dilimde, üslûp temrinleri yapmaktı. Çeviri ilerledikçe, bu çabamın başarısız kalacağını gördüm… Fransız dilinin olanak ve yetenekleri içinde düşünülmüş bu metinlerden birçoğunu Türkçeye çevirmenin olanağı da yoktu. Bunu gördüğümde, böylesi bir alıştırmayı Türkçenin olanakları içinde denemenin daha doğru olacağını düşündüm. Ancak bunu, düş gücümün yarattığı bir olay yerine, herkesin yakından bildiği bir olay içinde gerçekleştirmek istedim.” Başka dillere çevrilen her yazınsal eserde olduğu gibi tümden bulmacaya, ses düşmelerine, sözcük oyunlarına dayanan Oulipo kurgusu içinde yazılmış bir metnin çevirisi de elbette çeşitli zorlukları beraberinde getiriyor. Ferit Edgü de böyle bir kaybın yaşanacağını düşündüğü için bu yapıtın çevirisini yarım bırakıyor ve kendi ‘biçem alıştırmaları’nı yazmaya koyuluyor böylelikle. Yazmak Eylemi ve Biçem Alıştırmaları benzer bir düşünceden hareketle yazılmış olsa da, gerek ele alınan olayların farklılığı gerekse bu olayları ifade ederken kurulan biçemsel yapıların değişiklik göstermesi bakımından ayrı düzlemlerde değerlendirilmeli. Raymond Queneau Paris’teki bir otobüs hattında yolculuk eden bir grup insanın yaşadığı anlık bir olayı ele alırken, Ferit Edgü 14 Şubat 1980’de İstanbul’da Dev Sol’un gerçekleştirdiği bir kepenk kapatma eylemini konu ediniyor. Vehbi Ersan 1970’lerde Türkiye Solu (İletişim Yayıncılık, 2013) kitabında, sözü edilen kepenk kapatma eylemini Devrimci Sol’un İstanbul’daki etkisini ve dönemin atmosferini gösteren en çarpıcı örnek olarak yorumlayıp ekliyor: “1980’in Ocak ve Şubat ayındaki Karagümrük, Tahtakale ve Yedikule karakol baskınlarıyla sansasyon yaratan eylemlerinin ardından gelen kepenk kapatma ’24 Ocak kararları’ olarak tarihe geçen, liranın devalüe edilmesiyle hemen her şeye yapılan yüzde 40 ile yüzde 400’lere varan zamları protesto etmeyi amaçlıyordu. Esnaf örgütlenmeleriyle veya Devrimci Sol’un bir esnaf örgütlenmesi yaratmış olmasıyla bağlantılı olmayan bu eylem, militanların tek tek esnafları dolaşarak, bildiriler dağıtarak çalışmasıyla gerçekleşmişti… Gazetelere göre Beyoğlu, Taksim, Şişli, Nişantaşı, Harbiye, Karaköy, Tahtakale, Mahmutpaşa, Cağaloğlu, Eminönü, Hasköy, Topkapı gibi işyerlerinin çoğunlukta bulunduğu semtlerde esnafın büyük çoğunluğu dükkânlarını açmamıştı.”

“Bir Toplumsal / Siyasal Olay Üzerine 101 Çeşitleme” alt başlığını taşıyan Yazmak Eylemi, ilk bakışta biçemsel bir farklılığı öne çıkarmaktansa toplumsal önemi olan bir olayı ele aldığı duygusu uyandırıyor. Ancak Ferit Edgü, Yazmak Eylemi’nin böyle bir itkiyle yazılmadığını, herkesin bildiği, duyduğu, yaşadığı bir olayı anlatmayı denediğini belirtiyor kitabın önsözünde. Bu noktada şöyle bir soru sorulabilir: Bir olayı çeşitli biçemlerde anlatmak yalnızca gerçeği farklı yollardan ele almak anlamına mı geliyor? Oulipo kurgusu içinde yazılmış Biçem Alıştırmaları’nda durum böyleyken Ferit Edgü’nün Yazmak Eylemi’nde işin rengi biraz değişiyor elbette. Öncelikle bir olayın onlarca farklı bakışla ele alınması ve anlatılmasının okurun zihninde bir yabancılaşma duygusu uyandırdığını belirtmek gerek. Başta konunun önemi ve ilginçliği dikkat çekerken, biçemsel farklılıkların artmasıyla okur metinden uzaklaşır –ya da metni kanıksar- ve dilin büyüsüne kapılmaya başlar. Seçilen konunun ‘sıradanlığına’ bakılırsa Queneau’nun okurda uyandırmak istediği duygu tam olarak budur: Basit bir olayın sebebi veya sonucuna odaklanmaktansa o gerçeği tüm hatlarıyla gösterecek yeni bakışlar üretmek daha uygun bir seçim Queneau’ya göre. Dolayısıyla Queneau’nun yönteminde, yani dikkat çekmek istediği noktada olay değil biçem vardır. Ancak Ferit Edgü, yaşanmış ve toplum üzerinde iz bırakmış bir olayı arka plana alarak kuruyor metnin çatısını. Edgü, sözkonusu eylemin ‘sıradan’ bir olay olarak algılanmaması için tam tarih veriyor üstelik: 14 Şubat 1980. Okuru, bu tarihte gerçekleşen eylemi bilmese dahi, araştırmaya sürüklüyor. Yazar, “Bu alıştırma ya da deneme, gerçekliğin sayısız anlatım yolları olduğunu belgelemeyi amaçlıyor” dese de seçilen konunun bir tesadüften ibaret olmadığını anlayabiliyoruz. Ferit Edgü sözü edilen eylem konusunda kişisel düşüncesini ifade etmekten özellikle uzak durduğunu vurguluyor, peki bir düşünceyi iletmenin bir yolu da düşünceyi belli etmemek olabilir mi?  Doğru cevabı bulmak için doğru soruları sormanın, hatta cevaba yaklaşmak için soruların sayısını artırmanın önemini düşününce “toplumsal ve siyasal” bir olaya 101 farklı biçemle yaklaşmanın önemi de anlaşılmış olur.

Yazmak Eylemi’nin türü konusunda neler söylenebilir peki? Edgü, bu konuya yine kitap için yazdığı önsözde açıklık getiriyor: “Söz konusu olayı değişik üslûplarda yazarken, ne kişiler yarattım, ne de bir öykü, bir roman yapısı kurdum. Eğer okuyucu kitabı bitirdiğinde böylesi bir duyguya kapılırsa, bu, yazarın amacı dışında gerçekleşmiş demektir.” Kitap bütününe bakıldığında böyle bir yapının gözetilmediği anlaşılıyor ancak bazı bölümlerde klasik anlamda bir hikâyenin varlığı da açıkça hissediliyor. Sözgelimi Ayrıntı adlı ‘alıştırma’da bir antikacı dükkânına giren militanla dükkândaki genç kız arasında geçen diyaloglar bu duruma örnek verilebilir. Antikacıya giren delikanlının içerdeki gösterişli nesnelereden başının döndüğünü okuyoruz ilkin. Kısa bir süre sonra kasada oturan genç kıza doğru yaklaşıyor ve patronun nerede olduğunu soruyor. ‘Hikâye’nin tam olarak burada başladığını söylemek mümkün çünkü kızın ısrarla ‘patron yok’ demesine karşın delikanlı, tek yapması gerekenin eylem konusunda bilgi vermek olduğunu unutup dükkânın gerçek sahibinin kim ve nerede olduğunu soruyor. Oysa bir kitapçıya ya da kahvehaneye gittiğinde bu türden bir şaşkınlık yaşamıyor ve dosdoğru konuya giriyor. Yazının kısalığı içerisinde delikanlının mekânla ve mekânın temsil ettiği değerle kurduğu ilişki, bizi farklı bir gerçekliğe doğru sürüklüyor ister istemez. Dikkat çeken bir diğer bölüm de Kaygı. Çarşıya çıkan bir kadın tüm dükkânların kapalı olduğunu görüp kendi kendine tahminlerde bulunuyor. Kasap kapalı, manav kapalı, fırın kapalı… Neler olduğunu öğrenmek için gazete alacak, gazeteci kapalı. Görüyor ki sonunda dükkânların önünde çöpler birikmiş. Üst üste yığılan çöplerden kötü kokular geliyor. İşte o zaman çöpçülerin grev yaptığını düşünüyor. Çöpler alınmadığına ve etraf pis pis koktuğuna göre çöpçüler grev yapmış, ama dükkânını açmayan esnafa ne oluyordu peki?

Yazmak Eylemi’nde Ferit Edgü’nün yazar olarak düşüncelerini dile getirmediğinden söz etmiştik. Kitabın son bölümüne gelinceye kadar Edgü’nün önsözde belirttiği düşüncelerin doğruluğuna inanıyoruz ister istemez. Yazar adlı bu bölümde bu defa yazarın bakışından olayı yorumlayan Ferit Edgü’nün -gerçek yazar olarak metinde yer almamasına karşın- yazının içindeki yazar olarak sözünü esirgemediğini görüyoruz.

Son yazıyla birlikte biçemin anlamdan tümüyle kopuk olmadığını fark ediyor ve kitap adının neden Yazmak Eylemi olduğunu da anlamış oluyoruz sanırım. Şöyle yapıyor kapanışı Ferit Edgü:

“Bugün dükkânlar kapalıydı.

Şimdi herkes bir yorumda bulunacak.

Olumlu bir eylem.

Olumsuz bir eylem.

Halka karşı bir eylem.

Eylemi baltalıyıcı bir eylem.

Eyleme güç katacak bir eylem.

Sağcıların eylemi.

Solcuların eylemi.

Vb., vb.

Ben herhangi bir yorum yapacak değilim.

Ama yazabilirim. Korkularımı, kaygılarımı, düşlerimi, düşüşlerimi yazdığım gibi bu eylemi de yazabilirim. Çünkü yazmak da bir eylemdir.

Bugün dükkânlar kapalı olabilir. Ama anlatım yolları her zaman açıktır. Belki ben bir gün, yazarım bu eylemi.”

Ferit Edgü/ Yazmak Eylemi/ Birinci Baskı – Ada Yayınları, 1980

 

*Bu yazı, Notos dergisinin Nisan-Mayıs 2018 tarihli 69. sayısında yayımlandı.

notos ferit edgü ile ilgili görsel sonucu

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s