Taraf olmak*

hayva

Yazar ve okuru açısından baktığımızda öykü türüne başından beri  önem verildiğini ve buna bağlı olarak öykünün, öteki türler içinde bambaşka bir yerde konumlandığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Elbette son dönemlerde bu türün ilgiyle ve artan bir taleple karşılanmasını, modern öykü yazarlarımızın çoğunluk genç olmasına bağlamak mümkün. Şiir veya romana göre yeni ve genç olan öykü türünün farklı bakışlar ve ifade çeşitliliğiyle daha zengin bir anlatım olanağı sunması da şüphesiz, bu ilginin temel sebeplerinden biri.

Yazabilmek için önce okumak gerekir düşüncesinden hareket edecek olursak son dönemde genç yazarların nicelik bakımından hayli artış göstermesi, gençlerin kitap okumadığına ilişkin yıllardan beri devam eden ve dillere pelesenk bu önyargıyı kırmayı da başardı bir nebze. Dolayısıyla genç yazarlarımızın esneyip genişlemeye ve yeni üretim alanları açmaya müsait olan öykü türüne farklı yaklaşımlar kazandırdığını ve hatta edebiyatımıza taze kan pompaladığını ifade etmek mümkün.

“KIR GERÇEKLİĞİ”

Nazlı Karabıyıkoğlu, 1985 doğumlu genç bir yazar. Daha önce yazıları ve öyküleriyle Kitap-lık, Notos ve Varlık gibi dergilerde yer alan Karabıyıkoğlu, İskele ve Olivya Çıkmazı kitaplarının ardından şimdi de Hayvanların Tarafı’yla çıkıyor okurun karşısına. Özellikle yeni öykü toplamı Hayvanların Tarafı’nı, yazı dilinde kurduğu yenilikçi yapı ve kavramlar üzerindeki yoğun düşünme ve yorumlama becerisiyle yazarın en güçlü kitabı olarak niteleyebiliriz.  Kitabın başarısı, yalnızca dildeki farklılığında aranmamalı elbette. Hayvanların Tarafı, edebiyatımızda sıkça işlenmeyen bir mekânı kullanımı ve o mekânın atmosferine uygun biçimde gerilimli bir yazı dilini tercih etmesiyle de farklılığını öne çıkarıyor. Bir başka genç yazar olan Deniz Tarsus’un İt Gözü adlı öykü kitabına benzer bir biçimde, Nazlı Karabıyıkoğlu da okurunu kent yaşamından uzaklaştırarak kır gerçekliğine odaklanıyor. Ancak bir farkla: Kır hayatının zorluklarını ve oradaki toplum yaşayışını bir kenara bırakıp bütün hikâyeyi bambaşka bir biçimde, çoğunlukla hayvanların bakışıyla irdeliyor veya anlatıcı olarak hayvanların tarafında durmayı tercih ediyor da denilebilir.

Nazlı Karabıyıkoğlu, Hayvanların Tarafı’nda ıssız bir coğrafyanın ortasında bulunan bir at çiftliğine götürüyor bizi ilkin. Bu mekân tercihi, böyle bir yere âşina olmayan okur için ilgi çekici ama aynı zamanda o uzak dünyayı okura belirgin hatlarla çizebilmesi de zor bir sınav yazarı için. Dolayısıyla öykülerin açılışındaki betimlemeler etraflıca ve büyük bir gerçeklikle resmedilmiş. Öykülerin bütününe yayılan o gerilimli havayı da bu betimlemeler sırasında solumaya başlıyor okur. Kitabın aynı zamanda açılış öyküsü olan “Bir Hayvanın Hayvanca Kalbine”nin ilk satırları, birazdan dâhil olacağımız o büyülü mekânı tanıyabilmek ve orada yaşananları tüm çıplaklığıyla hissedebilmemiz için iyi bir başlangıç: ‘Toprak kokusu geceyi doldurmuş. At kuyruklarının havayı dövmesinden başka ses yok. Samanların üstünde daldığı uykusundan ürpertiyle sıyrıldı. Tıpırdayan yağmuru duyunca, yere gelişigüzel bıraktığı başlıkları kucaklayıp padoğa koştu.’

ERKEK İMPARATORLUĞUNA KARŞI

Kitabın başlığı Marcel Proust’un Swannların Tarafı’na bir gönderme gibi anlaşılsa da olay ve kurgu bütünlüğünde tümüyle farklı olduğu açık bir biçimde anlaşılıyor. Hayvanların Tarafı’ndaki başlıca karakterleri dışarıda tutarsak yalnızca birkaç hayvanın kişileştirildiğini ve fabl türünden hareketle yeni bir yapının denenmiş olduğu söylenebilir. Her ne kadar hayvanların gözünden veya onların tarafından bir hikâye anlatılacağını düşünsek de hayvanlar bir şekilde ötekileştiriliyor ve devreye yine insanlar girerek esas meseleye dâhil oluyor. Kitabın temel fikrini vahşetin ortaya çıkışı ve sıradanlaştırılması olarak düşündüğümüzde, insanların bu vahşetteki payını büyük ölçüde ve ölçekte görebiliyoruz.

Kitabın merkezinde Derebeyi olarak tanımlanan bir erkek karakter yer alıyor. Öteki karakterleri tanıtmadan önce, Derebeyi ve onun yaşamı hakkında genel bir bilgi sunuyor bize yazar. Derebeyi’nin büyük çiftliğindeki yaşantısı, av merakı, kadınlara olan sapkın veya küçük düşürücü davranışları onun kişiliği konusunda epey bilgi veriyor elbette. Bu açıdan bakıldığında başkarakterin çiftlikte kendi derebeyliğini kurduğunu ve etrafındaki her şeyi yönetme, ele geçirme konusundaki buyruk tavrı daha net ortaya çıkıyor. Çiftlikte, Derebeyi’nin bir de uşaklığını yapan Seyis var. Derebeyi’nin sabahlara kadar süren sefalarının ertesinde atların sahibi olmaya hak kazanan ve bir anlamda kısa süreliğine de olsa çiftliğin sahibi sayılacak Seyis.

Çiftlikte yaşayan üçüncü kişi ise Reyhan adında bir kadın. At binmeyi, avlanmayı becerebilen hünerli biri. Derebeyi’nin boyunduruğunda çalışan fakat ona karşı duyduğu nefreti ve öfkesi dinmek bilmeyen Reyhan, çiftlikteki bu hiyerarşik düzene ve erkek imparatorluğuna karşı olan güçlü bir karakter. Aslında bu üç karakterin içinde bulunduğu durum çok da yabancısı olmadığımız bir sömürü anlayışını işaret etmesi bakımından önemli. Şiddetin, ötekileştirmenin veya görmezden gelmenin meşru sayıldığı her toplulukta ortaya çıkan olağan bir tablo. Dolayısıyla çiftlikte geçen bu sıradan ilişki biçimini emir komuta zinciri içerisinde incelediğimiz zaman, baskının ve dayatmacı zihniyetin yol açacağı tahribatı da öngörmüş oluruz. Bu açıdan baktığımızda sömürünün veya lider algısının getirdiği tektipçi yaşam formunun, azınlığa karşı kazandığı haksız zaferi daha bir netlik kazanır. Derebeyi, Seyis ve Reyhan üçgeninden baktığımızda küçük bir çiftlikte geçen bu acımasız yaşam biçimini, âşina olduğumuz yönetim modelinin bir alegorisi olarak da okumamız mümkün.

Nazlı Karabıyıkoğlu, Hayvanların Tarafı’nda uzak kırlarda geçen bir çiftlik hayatını betimlerken aslında çok yakından tanıdığımız ve maalesef hepimizin dâhil olduğu bir gerçekliği işaret ediyor. Ortada bir taraf olduğunu ve safların kolaylıkla yer değiştirebileceğini hatırlatarak elbette.

Nazlı Karabıyıkoğlu/ Hayvanların Tarafı/ Everest Yayınları/ 110 s.

*Bu yazı, Cumhuriyet Gazetesi Kitap Eki’nin 10 Mart 2016 tarihli 1360. sayısında yayımlandı.

Yorum bırakın