TOM ÇİFTLİKTE
Kanada hakkında bildiklerimi söylemem istense, kuracağım ilk ve son cümlenin içerisinde Xavier Dolan ismi bulunacaktır şüphesiz. Tıpkı Güney Kore hakkında bildiğim tek şeyin Kim Ki Duk olması gibi. Sanat ve edebiyatın, bendeki coğrafya veya hayat bilgisine direkt olarak eklemlenmesi; yaşadıklarımla yaşayacaklarım arasındaki o belirsiz boşlukta kendine yeni alanlar, anlamlar kazandıran bir duygu oluveriyor nedense.
İlk filmi J’ai tue ma mere(Annemi Öldürdüm)’den sonra, Les Amours Imaginaires(Hayali Aşklar), daha sonrasında Laurence Anyways ve şimdi de Tom a la Ferme(Tom Çiftlikte) ile önemli bir külliyatın sahibi olan Xavier Dolan, kimilerince yeni sinemanın dahi çocuğu, kimilerince de birtakım kişiler tarafından piyasaya sunulmuş bir gölgeadam, bir çeşit kukla yetenek. Queer sinemanın Pasolini’den sonraki tek gerçek sözcüsü kimilerince de. Açık gerçek şu ki, Cannes Film Festivali’nde ayakta alkışlanan, Altın Palmiye’ye aday olmuş bir filmin yaratıcısından ve önemli bir ödülü Godard’la paylaşmış deliduman bir delikanlıdan bahsediyoruz.
Üzerine ve hakkında çokça şeyler söyleyebileceğim bir isim Xavier Dolan. Fakat son şaheseri üzerinden birkaç düşüncemi söyleyerek, esaslı fikirlerimi sonraya saklamak istediğimi belirtirim. Ve genel bir değerlendirme yapabilmek adına Xavier Dolan’ın senarist, yönetmen, yapımcı ve oyuncu kimlikleriyle var olduğunu belirtmekte fayda var sanırım.
Tom a la Ferme adlı yeni filminden, yani ters’ten başlayarak konuşmak gerekirse, açıkçası, kaba öyküyü ve hikayenin ana cümlesini tek seferde ifade edebilmek için çok düşündüğümü söylemeliyim. Kurabildiğim ve ancak DVD arka kapak tanıtım yazısı olabilecek derinliksiz cümlem şu:
” Ölen sevgilisinin ailesini ziyaret etmek için yola çıkan Tom, onu bekleyen sürprizlerden habersizdir. ”
Hiç de böyle değildir oysa.
Bir peçetenin üzerine mavi mürekkepli bir kalemin yazdığı yazıyla açılır sahne. Dokunaklı ama çok da derinliği olmayan, basit sözlerdir bunlar. Takip eden sahnede, uzun bir tarlanın ortasındaki yoldan giden bir arabayla karşılaşırız. Arabayı süren sarışın şoförün elindeki sigaraya ve o şoförün heveslice söylediği şarkıya odaklanırız. Gizemli bir evin önünde durur araba. Evde kimse yoktur. Kapı önündeki salıncağa kurulur Tom ve evin anahtarının burada olduğunu görür. Anahtarla içeri girer, evin içini dolaşır, yemek masasına oturur ve orada uyuyakalır.
Birinci sahneyi, betimlemelere çok yer vermeden bu şekilde özetleyebiliriz. Hikayeye diğer karakterler, ölen gencin annesi ve abisi dahil olunca, gerilimin dozu biraz daha artmaya başlıyor. Anlaşıldığına göre, ölen gencin annesi Tom’dan, onun cinsel yöneliminden habersizdir ve üstelik ölen oğlunun Sarah adında bir kız arkadaşı olduğunu düşünür. Bu hayali kız arkadaşı, Francis adındaki ağabey uydurmuştur elbette. Kardeşinin gey olduğunu, dahası Tom adında bir sevgilisi olduğunu annesinden saklamak için kurduğu bir oyundur bu. Bu noktadan sonra hikayenin kemiğini Francis’in oluşturduğunu fark ediyoruz. Tom ve onun ölmüş sevgilisinden ziyade, Tom ve Francis arasındaki ilişki vardır artık hikayenin temelinde. Peki kimdir Francis? Annesiyle birlikte yaşayan, çiftliği çekip çeviren, annesini mutlu edebilmek için her şeyi yapmaya hazır olan gözü kara bir genç adamdır o. 30 yaşında, sakallı, bekar ve renkli gözlüdür. Bu detaylar, elbette ki hikayeyi iyi anlayabilmemiz ve idrak edebilmemiz için özellikle seçilmiştir. Francis, köyde pek sevilmeyen bir tiptir. Filmin bir yerinde de dediği gibi; insanları pek önemsemez, zaten insanlar da onu pek önemsemez. Tom, cenazede birkaç şey söylemek için ve taziyelerini annesine iletmek için gelmiştir köye. Francis’ten elbette habersizdir. Francis’in uyarısıyla Tom çiftlikte birkaç gün geçirmek zorunda kalacaktır. Zorlu ve çok özel birkaç gün…
İlk sözlü uyarıyı duştayken alır Tom. Duş perdesi açılır ve karşısındaki sert adam onu sıkıca tembihler. Cenazede söylemesi gerekenleri anlatır Tom’a. Tom, cenaze sonrasında konuşma yapmaktan vazgeçer ve kilisenin tuvaletinde tekrar sıkıştırılır Francis tarafından. Francis’in Tom’u uyarmak için seçtiği mekanlara bakılırsa, hikayedeki gerilimin hangi damarlar üzerinde ilerlediği açıkça görülebilir. Banyo ve tuvalette meydana gelen karşılaşmalar elbette tesadüfi değildir. Kaldı ki, tuvalette yalnız kaldıkları o esnada bir başka adam içeri girer. Durumun ortaya çıkmaması için tuvalet kabinine Tom’la birlikte girer Francis ve Tom’un ses çıkarmaması için parmağını onun dudakları üzerinde gezdirir. İlk en büyük fişek belki de burada patlar.
İki gencin arasındaki bir diğer gerilimli ve gizemli sahneyse şöyledir: Anne, Francis ve Tom yemek yedikleri bir sırada, Francis Tom’un az önce Sarah ile konuştuğunu söyler annesine. Cenazeye gelmediği için Sarah’ya kızgınlık duyan anne bu duruma oldukça sevinir ve Tom’dan bu olayı anlatmasını ister hemen. Tom elbette bu hayali sevgili Sarah hakkında, onun ğzından, bir şeyler söylemek zorunda kalır, bırakılır. Ve Tom konuşmaya başlar. Normal bir girişten sonra, Sarah’nın Guillame(ölen delikanlı)’yu nasıl arzuladığını, yan yanayken bile onunla seks yapmak istediğini, terli koltukaltlarını koklamak için çıldırdığını ve nihayet Guillame’nun üzerindeki beyaz atleti fırlatıp attıktan sonra Sarah’nın yüzüne nasıl boşaldığını, Sarah’nın cümleleri ve tepkileriyle ifade eder. Francis bu cümlelerden sonra elbette afallamıştır. Anne ise büyük bir kahkaha patlatarak Sarah’nın nasıl da kaltak bir kız olduğunu gururla söyler. Francis de rahatlamıştır, ne de olsa annesinin yüzünün güldüğünü görmek onu oldukça mutlu etmiştir. Tom’un Francis’e karşı hissettiği duyguları tam olarak bu sahnede fark ederiz. İmgesel açıdan bakıldığında, bu noktadan itibaren Tom, Francis’in emrine gönüllü olarak girmiş sadık, tutkulu ve oldukça mutlu bir köledir. Artık çiftlik işlerinde inekleri sağmaya, etrafı temizlemeye yardım eder. Bu pasif konumundan oldukça memnun olduğu gibi, günübirlik geldiği çiftliğe artık iki elle sarılmış ve kendini aileden biri gibi hissetmeye başlamıştır. Yalnız kaldıkları bir ara, Francis Sarah’dan bahseder ve cüzdanında taşıdığı fotografı Tom’a gösterir. Fotografta Guillame ile Sarah samimice öpüşmekteler. Hayali sevgili Sarah’nın, aynı işyerinde çalıştıkları Sarah olduğunu hemencecik anlar Tom. Fakat bu öpüşme meselesine bir anlam veremez. Annesini ve abisini mutlu etmek için belki de Sarah’dan böyle bir istekte bulunmuştu Guillame. Bu soru işaretini kafasında iyice büyüten Tom, bir akşam Sarah’yı aramaya karar verir. Durumu kabaca özetler ve taziye için çiftliğe gelmesini ister. Buradaki konuşma açıkça izletilmiyor seyirciye. Seyirci, ilerleyen dakikalarda Sarah’nın bu pembe yalana dahil olmayı kabul etmesinden, daha önce böyle bir durumdan haberi olmadığı anlamını çıkarır. Demektir ki Guillame böyle bir şeyden daha önce Sarah’ya bahsetmemiştir. Fotografın gizemi daha da kafasını kurcalar Tom’un. Sarah nihayet çiftliğe ulaşır(bindiği taksinin şoförü evin önüne kadar götürmek istemez Sarah’yı bu arada). Sarah’yı bir yardım, imdat çağrısı gibi de davet etmiştir Tom; tüm olanları izah etmesi gereken bilirkişi olarak da. En büyük şaşkınlığı Francis yaşamıştır. Kurduğu ilk cümlede, fotograftakinden daha çekici olduğunu söyler Sarah’ya. Francis’in şiddet ve seksi çağıran davranışlarının mustaribi Sarah’tır artık. Tom, Sarah ve Francis arasında yeni bir duygu oluşmaya başlamıştır.
Finalden bir önceki sahneye kadar yaşananlar özetle böyle. Tüm bu gerilimin arasında elbette komik sahneler, güzel şarkılar da vardır. Özellikle tango sahnesi unutulmayacak sahneler arasında.
Son olarak Sarah, Francis’ten korktuğu için kaçıp gitmeye karar verir. Tıpkı birkaç gün önce Tom’un yaptığı gibi. Fakat Francis korkuyu ve erotizmi yine ustaca kullanarak nasıl ki Tom’un gitmesine izin vermediyse, aynı psikolojik baskıyı Sarah’ya da uygulayarak saplantılı dominant karakterini iyice tescillendirir. Sarah’nın gözlerinin içine bakar ve ” Seni kıçından sikerim. Seni kıçından kanatarak sikerim” der. Bu cümleyi Sarah ile birlikte Tom da duymuştur ve cümlenin etkisi ikisine birden yansımıştır. Ve Francis istediğini başarır. İnsanların onun hayatından gidip gitmeyeceğine karar veren, yalnızca Francis olacaktır.