Bir yaratığın akıl almaz ahlaksız maceraları*

iskender-kitap

küçük İskender’in ilk baskısı Armoni Yayıncılık’tan (Mayıs 1992) ve tekrar basımları Parantez Yayınları’ndan çıkan “Dedem Beni Korkuttu Hikayeleri” adlı kitabı, on üç yıllık aradan sonra çeşitli eklemeler ve düzeltmeler neticesinde “Bir Yaratığın Akıl Akmaz Ahlaksız Maceraları”na dönüşerek Sel Yayıncılık (Nisan 2015) etiketiyle satışa sunuldu. ‘Dedem Beni Korkuttu Hikayeleri’nde yer alan otuz şiir/metin, ‘Bir Yaratığın Akıl Almaz Ahlaksız Maceraları’nda çoğalarak elliye ulaşıyor.

“Bir Yaratığın Akıl Almaz Ahlaksız Maceraları”, şairin otuz yıla ulaşan şiir serüveni içerisinde hangi kanallarda yol aldığını, hangi damarlardan beslendiğini ve şiirine kattığı yenilikleri anlayabilmemiz açısından önemli bir toplam. Aradan geçen on üç yıllık süreçte biriken şiirlerin ve metinlerin bir kısmı her ne kadar çeşitli dergilerde yer aldıysa da, ‘bütün’ olarak ilk defa bu kitapta bir araya geliyor.

Zaman içerisinde farklı duraklara uğrayıp farklı yüklerle yoluna devam eden tüm bu ‘özgür metin’lere bakarak, küçük İskender şiirinin bütünüyle sokak’tan çıktığını ve daima sokak’tan nefes aldığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Bu uzun yolculuğun ana güzergâhı olan sokak, bir yaşam alanı olmasından da öte, tastamam bir yaşam biçimi/yaşam görüşüne denk düşüyor. Kitabın ilk şiiri ‘Sokak Bir Kimbilir Oyun’da bunun izlerine rastlamak mümkün. Yerleşik aile düzenine, otoriteye ve devletin baskıcı yönetimine karşı yükselen bir çığlıktır bu şiir. Ucuz şarap içerek parklarda uyuyan, süpermarketten konserve çalıp arabaların tamponlarını söken, örgüt planları yapan, polis öldüren; evde oturup televizyon seyretmektense kendilerini bir serüvenin ortasına atan, bütün gün Allen Ginsberg ve Nietzsche okuyan iki sokak çocuğunun maceraları etrafında gelişen bu şiir, ‘hayalî’ bir dünya ile içinde bulunduğumuz kirli gerçekliğin çok net bir özetidir. Örneğin; “mastürbasyon yapıyoruz./ spermlerimizi mercedes’lerin ön camlarına sürüyoruz” dizelerindeki burjuva nefreti, “namaza duran anneanneme, çıkartıp gösterdiğim çük./ kızkardeşime sevişme pozisyonları öğretişim.” dizelerindeki din tabusu ve ‘öğretilmiş cinsellik algısı’yla birleşince ortaya gerçek bir sokak resmi çıkıyor. Bu yoz kültürün daha ne kadar süreceğine ise şiirin son dizelerinde açıklık getiriyor şair: “bu sonsuza dek sürecek./ biliyorum. biz kravat takıncaya kadar./ devlet devrilinceye kadar./ kimbilir belki bir oyun./ ebe, öldürülünceye kadar.”

Sokağın resmi dili yoktur. Bayrağı, ulusal marşı, parlamentosu yoktur. Dolayısıyla ‘sokak’ kavramını gündelik hayattaki karşılığına ek olarak “belirli bir zümrenin, milliyetin ya da ideolojinin hüküm sürmediği kozmopolit ve bütünüyle özerk bir alan” dahilinde düşünürsek, küçük İskender’in oldukça özgün, özgür ve çok renkli şiir evrenini de büyük ölçüde anlamış oluruz. Çünkü sokakta her rengi görebilmeniz, her sesi işitebilmeniz mümkündür. Kimi kez klakson sesleri gitar seslerine, yağmur sesleri martı seslerine, orgazm sesleri yoğurtçu seslerine karışır. Bu anlamda “Bir Yaratığın Akıl Almaz Ahlaksız Maceraları” da patolojiden anarşizme, travmadan şizofreniye, mizahtan aşka kadar sayısız konu başlığının kendine yer bulduğu çok ruhlu, çok eşli bir organizma gibidir. Kitapta yer alan ve ilk kez Notos dergisinin Ağustos-Eylül 2011 tarihli 29. Sayısında yayımlanan “Beş” adlı öyküde, aklını sayılarla bozmuş bir şizofreni hastasının esrarengiz günlüğüne tanıklık ederiz. Her cümlenin beş kelimeden oluştuğu bu ‘zor’ öyküde kimi kez bir manastırda, kimi kez cehennemde bir müzede, kimi kez de bir anakondanın içinde yaşadığını düşünen ve bu sonsuz düşüncelerinin ertesinde sebepsizce ölen bir akıl hastası anlatılır. “Beş diye bir sözcük duymadım. Geometride şekillerin dört köşesi vardır. Dördü aşınca ismi çokgenlere katılır. Dört, dengenin mimarıdır çünkü aslında. Beşinci olan en baştan dışlanmıştır.” Çoğunluğun dengesini bozduğu için dışlanan bu bireyin ‘ölüm’ü ardındaki sır, günlüğüne yazmış olduğu şu satırlarda pekalâ çözülebilir: “Bu sonsuz uyumsuz karanlıkta siyahtım. Evet, ben de siyahtan yanaydım artık. Çünkü karardıkça onlara benzemeye başlamıştım. Aralarına kolayca sığınıyor ve kayboluyordum. Işıksızlık benim evrenimde gurur kaynağıydı.”

20151104_104133

ALIŞIN, HER YERDEYİZ!

“Bir Yaratığın Akıl Almaz Ahlaksız Maceraları”nda elbette dışlananların, dışarıda kalanların anlatıldığı daha birçok şiir ve metin yer alıyor. Bana kalırsa kitabın en öne çıkan şiiri ‘karidesler’.

‘Bireylikler’ dergisinin ‘Queer Kavramı’ odağında hazırladığı Temmuz-Ağustos 2012 tarihli 45. Sayısında yayımlanan karidesler, çarpıcı imgelerle örülü çok kuvvetli bir şiir. Karidesler, tüm denizlerde görülebilen ve bu özelliğiyle diğer su hayvanları arasında özel bir konuma sahip olan canlılardır. Varlığını inkâr edemeyeceğiniz, dolayısıyla her yerde karşınıza çıkabilecek olan bu canlılar, şiir bütününde büyük bir çöplükte ve büyük bir zulmün ortasında betimleniyor.

“yüzen bir sürü karides var. çok başlı, hindistan cevizli karidesler.

hepsi de zulüm görmüş.

çöpe atılmış. çöpe atılmış insanlar gibi geveze ve girişken.”

Karideslerin dünyası, yani doğal ortamları, onlardan olmayanlara göre büyük bir çöplük! Ve ne ilginçtir ki onların dünyasına izinsizce dahil olan insanoğlu, bu ‘tecavüz’den büyük bir korku duyuyor:

“denize çıplak giren çocuklar bu çöplükten fazla korkuyor.”

Biraz derine inildiğindeyse, bu korkunun kaynağı daha net anlaşılabiliyor oysa.

“içine kapanık istiridyeler de söz konusu dipte./ aralarında sosyalizmi tartışıyorlar./ herkes bütün elementleri doyasıya tartışabilir./ herkes bütün tavizleri, evhamları tartışabilir./ dönmedolaplara dönmelerin binmesinin yasak olduğu çöplük.”

Bütünden ayrı olmanın, bütün bütüne farklı olmanın taşıdığı izler, kitabın diğer şiir ve metinlerine de sinmiş durumda. Yine ilk kez Notos dergisinin Şubat-Mart 2015 tarihli 50. Sayısında yayımlanan “Su veya Ruhi” adlı öyküde, diğerlerinden ayrılarak bambaşka bir düşün peşine sürüklenen yağmur damlasının şiirsel ve masalsı hikâyesini okuruz. ‘Küçük ortalı bir şehrin tenha sokaklarından birine’ düşen yağmur damlasının, hemen yakınında yer  alan su birikintisiyle yaptığı konuşma, bütüne dahil olmanın veya olamamanın hüznünü çok iyi ifade ediyor.

“Yağmur damlası bir oğlan çocuğu gibi savruk ve isyankâr, seslendi birikintiye:

-Yolculuk nereye?

Birikinti ürperdiğinden mi, telaştan mı bilinmez, hafifçe titredi ilkin; ardından yanıtladı damlayı:

-Bir göl olmak istiyordum, ama kaderim buymuş, dedi.

-Gölle konuşmuştum, dedi damla, onun da derdi deniz olmak.

-Denizin emeli de okyanus olmak aslında, bizim sorunumuz hep aynı, dedi su birikintisi.

-Birinin bu çoğalma, artma hırsına son vermesi gerektiğini düşünüyorum. Örneğin bir okyanus kaç damladır, sayabilene aşk olsun. Hem nereye varabilir ki büyümek, içinde bir şey değişmiyorsa?”

Buharlaşmaktan korktuğu için su birikintisine dahil olmayı düşünen damla, birkaç adım ilerlese de birikintiye ulaşamaz. Su birikintisinin tebessümle söylediği cümle, ayrı olmanın hüznünü, başkası olamamanın verdiği eksik duyguyu çok açıkça özetliyor:

-Ne göl, ne deniz, ne okyanus, dedi, hatta nehir bile değil, bir gözyaşı damlası olabilseydin, her yere gidebilirdin. Gözyaşı her yere gider küçük kardeşim.

 

*

“Bir Yaratığın Akıl Almaz Ahlaksız Maceraları” dışarıda kalanların, zulüm görenlerin, başkası olmayı göze alamayanların; insan olmak, insan kalmak ya da insanlıktan çıkmak üçgeni içinde sıkışanların kitabıdır.

“Bir Yaratığın Akıl Almaz Ahlaksız Maceraları”, ‘aslolan yolun sonu değil, kendisidir’ diyenlerin, tam bağımsız bir hayat dileyenlerin kitabıdır!

Bir Yaratığın Akıl Almaz Ahlaksız Maceraları/ küçük İskender/ Sel Yayıncılık/ 181 s.

*Bu yazı, Varlık dergisinin Ekim 2015 tarihli 1297. Sayısında yayımlandı.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s