Marcovaldo ya da Bir Karakter Yaratmamak*

calvinokapak

Kurmaca metinler dahil olmak üzere yapıtlarını siyasi, polisiye veya tarihi eserler üzerinden oluşturan çoğu yazar, her şeyden önce güçlü bir karakter yaratmanın hayali ve çabası içindedir. Edebiyatta gerçekliği göstermenin türlü yolları olsa da, sanat eserlerinin büyük çoğunda ete kemiğe bürünmüş bir karakteri okumak veya seyretmek, onların duygu ve düşüncelerini öğrenmek, bu büyülü dünyanın kapılarını açmak hatta zorlamak için en etkili yöntemlerden biridir şüphesiz. Tarihte iz bırakan, belki de ‘klâsik’ mertebesine oturtulan her eserde böylesi bir karakterin varlığı açıkça hissedilir.

Bu yönteme, özellikle savaş sonrasında ortaya çıkan ve şekillenen dünya edebiyatının neredeyse tüm verimlerinde sıkça rastlarız. Jaroslav Hašek, Saraybosna Suikastı ve devamında meydana gelen 1. Dünya Savaşı’nın gölgesinde geçen Aslan Asker Şvayk adlı eserinde; Puşkin ve Turgenyev gibi yazarlar da Rus Çarlığı’nın devrilmesi ve Bolşevik Devrimi’yle yeniden şekillenen Gerçekçi Dönem Rus Edebiyatı içerisinde karakter odaklı yapıtlar ortaya koyarak duygusal ve düşüncel anlamda güçlü bir roman dili kurmayı başarmışlardı. Özellikle Sovyetler Birliği’nin kuruluş sürecinde Kazakların yaşadığı zorlu hayatları Gregor ve Aksinya karakterleri arasındaki aşk üzerinden anlattığı Ve Durgun Akardı Don adlı ünlü eserinde Şolohov da bu yöntem dahilinde ilerler.

2. Dünya Savaşı başladığında askere gitmeyi reddedip partizanlarla birlikte Almanlara karşı savaşan Italo Calvino da ilk romanı Örümceklerin Yuvalandığı Patika’da savaşın kirli yüzünü bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştu, ama bir farkla: Kahramansız bir hikâye anlatmak koşuluyla. Örümceklerin Yuvalandığı Patika’da, Pin adlı bir çocuğun gözünden savaşın acımasızlığını, iki yüzlülüğünü ve buna bağlı olarak toplumların inançlarını, ahlâki değerlerini sert bir biçimde ele alıyordu Calvino. Sosyalist bir karakter yaratmanın derdine düşmeden, ortada ve tarafsız kalarak savaşın tüm korkunçluğunu açık bir yüreklilikle aktarmayı seçmişti. Italo Calvino kitabın 1964’teki yeni baskısının önsözüne şunları yazıyor: “Eşzamanlı olarak iki cephede savaşmak; hem Direniş’i eleştirenlere, hem de kutsallaştırılmış, kusurlarından arındırılmış bir Direniş’i savunanlara meydan okumak istiyordum. Öyleyse, ben de size, içinde hiç kimsenin kahraman olmadığı, hiç kimsenin sınıf bilincinden haberli olmadığı bir partizan öyküsü yazacağım. ‘En alttakiler’in, lümpen proletaryanın dünyasını anlatacağım! Ve bu, bütün yapıtların en olumlusu, en devrimcisi olacak! Zaten kahraman olan kişiden, zaten sınıf bilinci olan kişiden bize ne! Anlatılması gereken, oraya varış sürecidir! Bilincin berisinde tek bir birey kaldığı sürece, bizim görevimiz onunla, yalnızca onunla ilgilenmek olacaktır!” Stanislavski’nin ünlü kitabı Bir Karakter Yaratmak’a gönderme yaparak, Italo Calvino’nun Bir Karakter Yaratmamak üzerinde durduğunu ifade edebiliriz burada.

İlk romanından sonra -sosyalist kimliğini elbette yitirmeksizin- yazmaya, düşünmeye, üretmeye ara vermiyor Calvino. Örümceklerin Yuvalandığı Patika’yı çok genç bir yaşta yazmasına rağmen, sonraki yapıtlarında farklı hikâyelerle birlikte bambaşka dilsel ve biçimsel arayışların içerisine girerek büyük bir dönüşüme doğru yol alıyor. Özellikle Görünmez Kentler ve Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu kitapları,  ahenkli anlatımı ve muzip kurgusuyla Calvino’nun geniş bir okur kitlesi yaratmasında etkili oluyor. 1963’te yayımladığı Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler’i, romancı Calvino’nun aynı zamanda iyi bir öykücü olduğunu kanıtlayan ustalık dönemi eseri olarak yorumlayabiliriz. Tematik anlamda bütünlük oluşturan ve yirmi öykünün yer aldığı Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler, yazarın bir karakter yaratmamak çizgisinde ilerlediğini işaret eden bir eser olmasıyla da önemli. Her bir öykünün üst başlığında farklı bir mevsimin yer alması, kitabın kendi döngüsü içerisinde tutarlı bir anlatım dili kurmasına destek veriyor. Dört mevsimin beş kez tekrarlanmasıyla, farklı iklim özelliklerinin insan ve doğa üzerindeki etkilerini açıkça hissedebiliyoruz burada.

Italo Calvino Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler’de ilkin yoksul bir İtalyan ailesiyle tanıştırıyor bizi. Bir Sbav firmasında vasıfsız işçi olarak çalışan Marcovaldo, şişman ve aksi karısı Domitilla; ve her biri ötekinden huysuz ve yaramaz olan çocukları Paolino, Filipetto, Isolina, Michelino, Pietruccio ve Teresa.  Tüm bu isimler elbette gerçek bir ‘karakter’den hayli uzak. Öykülerin tamamı bu ailenin küçük çaresizlikleri, asla dahil olamayacakları öteki yaşamlara olan hayranlıkları ve yaşadıkları yoksul hayatın zorlukları etrafında şekilleniyor. Marcovaldo ise bu öykülerde olaylara bakışındaki naiflik ve sadelikle yer alıyor.

Yaşamın küçük ayrıntılarına büyük bir merakla yaklaşan Marcovaldo, yaşadığı zorluklara karşı aldığı basit önlemler ve tüm bu zorluklara dar bir açıdan bakmasıyla öykülerin temel meselesini özetliyor da diyebiliriz.

Kitabın aynı zamanda ilk öyküsü olan ve Bahar üst başlığıyla açılan Mantarlar Kentte adlı öyküde Marcovaldo’yu şu şekilde tanıtıyor yazar: “Bu Marcovaldo’nun gözleri kent yaşamına az yatkındı; ilanlar, trafik ışıkları, vitrinler, ışıklı tabelalar, yazılar, dikkat çekmek için tasarlanmış olsalar da, sanki bir çölün kumlarını tarayan gözlerine hiç takılmazlardı. Buna karşılık, bir dalda sararan yaprak, bir kiremitten sarkan kuş tüyü gözünden hiç kaçmazdı; bir atın sırtındaki sineği, bir masada böceklerin açtığı deliği, bir kaldırımda ezilmiş incir kabuğunu görmediği; mevsim değişikliklerini, içindeki özlemleri, yaşamındaki yoksunlukları duyumsadığında kafa yormadığı olmazdı hiç.”

Calvino’nun henüz ilk öyküde Marcovaldo için kurduğu bu iki cümleye bakarak  karakterden öte bir tipleme yaratmasındaki amacını ve niyetini de anlamış oluyoruz. Kendini bütünüyle doğanın akışına bırakan sıradan biridir Marcovaldo. Sabahları fabrikaya gitmeden önce ağaçlık yollardan yürür, canı sıkıldığı zaman gecenin bir yarısı yürüyüşe çıkar, işten ve ailesinden arda kalan tüm zamanını sürekli doğada geçirir.

Marcovaldo’nun gösterişsiz yaşamı karşısında bir engeldir oysa doğa. Tabii kitapta betimlenen doğa, insanlar tarafından kuşatılmış, istilâ edilmiş ve büyük bir kıyımın eşiğine sürüklenmiştir. Bu anlamda insanın doğaya olan zoraki müdahalesini, Marcovaldo’nun karşılaştığı en büyük mücadele olarak düşünebiliriz. Hızla kirletilen dünyaya karşı doğal kalmayı tercih eden, buna özlem duyan Marcovaldo, bütün savaşını bu basit heves uğruna gerçekleştirir. Ormanlık alanların reklam panolarıyla kirletildiğini, ağaç diplerinde biten mantarların artık zehir taşıdığını bu öykülerle birlikte iyice anlamış oluyoruz. Marcovaldo kent kalabalığının dışında yaşamaya alışmış, taşıt görültülerinin ve klakson seslerinin uzağında kalmayı başarmış; sonuçta basit sevinçler ve küçük mutluluklarla hayatın düğümünü çözmeyi becerebilmiştir nihayetinde. Gerçek kirliliğin, dışarıda, ‘doğal olmayan’da saklandığını bilecek kadar hem de.

Calvino ne diyordu karakterler için, hatırlayalım: “Zaten kahraman olan kişiden, zaten sınıf bilinci olan kişiden bize ne!”

Karakter olan kahraman olan, baskın olan demekse; her şeyin ortasında ve merkezinde yer almak demekse, ayrıntıları silmek ve gerçekliğe tek bir pencereden bakmak demekse gerçekten de kahraman olan kişiden bize ne!

*Bu yazı, Peyniraltı Edebiyatı dergisinin Şubat 2016 tarihli 33. sayısında yayımlandı.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s