Ölümün hatırası*

gp

Georges Perec her ne kadar deneysel romanlar kaleme alan, oyunbaz bir yazar olarak bilinse de yazmış olduğu eserlerdeki sıradışı kurguyla gerçek/gerçeküstü hikâyeler ortaya koyan; eşsiz mizah gücünü keskin gözlemlerle harmanlayan usta bir anlatıcı aynı zamanda.  Başka hayatlar hakkında yazmayı tercih eden ve bu hayatları bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktan çekinmeyen yazarlar, aynı zamanda kendi hayatının karanlığına bakabilen ve gerçek ışığı da işte bu karanlıkta arayanlardır. Georges Perec’in acılar ve talihsizliklerle dolu yaşamına göz attığımız zaman eserlerindeki mutsuz ama iyimser; hüzünlü ama komik; beceriksiz ama hayata tutunabilen karakterleri daha iyi anlarız.

Perec çocukluk anılarını elbette  uzun uzadıya ele almaz eserlerinde. Bazen küçük bir işaret veya yerinde bir tesadüfle onun kayıp çocukluğuna tanıklık ederiz ama bu ‘kasıtlı’ tesadüf Perec’i bir noktadan sonra hayali bir karakter, ulaşılmaz bir yabancı olarak da anlamamıza neden olur. Küçük ipuçlarını takip ederek büyük resme ulaşma çabamız, belki de yazarın bizimle oynadığı oyunun bir parçasıdır. Bu oyundaki belirsizliği kötü geçmiş bir çocukluğun izlerini yok etme, gizleme girişimi olarak düşünmek de mümkün. İşte sıradışı kurgulara ve sürprizli anlatımlara başvurarak okurunu gizemli bir labirentin içine hapseden Perec, diyebiliriz ki oyunsuz büyüyen bir çocuğun eksik bırakılan neşesini, heyecanını taşır yazılarına. Kurmaca ile gerçek arasında sıkışan eserlerinde gerçeği görmek, daha doğrusu kendi hayatının gerçekliğine ulaşmak belki de bu yüzden oldukça zordur.

“W ya da Bir Çocukluk Hatırası**” adlı anlatı kitabını, unutulmaya yüz tutmuş çocukluk günlerini yazarak hatırlamaya çalışan bir yazarın not defteri gibi değerlendirmek mümkün. Bu kitap, kendi geçmişini arayan bir yazarın –Perec’in- belli belirsiz hatırladığı anılarla yüzleşebilmesini konu ediniyor ilk bakışta. Fakat kitabın paralel kurgusunda yer alan -W adlı- ütopik bir dünyanın gerçeklikten uzak hikâyesini okurken yine Perec’in tuzağına düşeriz. Anlatının başlangıcında ve kesik kesik ilerleyen bölümlerinde Perec’e ait olduğunu düşündüğümüz hatıralar, bir yerden sonra düşsel bir yolculuğun içinde ilerlediğimizi ve anlatılanların neredeyse karmaşık bir rüyadan ibaret olduğunu hissetmemize neden olur. Kitabın girişinde “Hikâyemin kahramanı değilim. Tam olarak ozanı da değilim… Sulara gömülmüş bu dünyayı ziyaret ettim ve işte gördüklerim” diye söze başlar Perec. Daha sonraysa çocukluğuna ilişkin pek bir şey hatırlamadığını, bu yazma girişimini de tam olarak yokluğu var etme çabası olarak gördüğünü ifade eder. Aslında çocukluğunun bütün hikâyesini şu paragrafa sığdırmıştır: “Çocukluk hatıram yok. Aşağı yukarı on ikinci yaşıma kadar, kişisel tarihim birkaç satırdan ibaret: Babamı dört yaşında, annemi altı yaşındayken kaybettim; savaç süresince Villard-de-Lans’taki çeşitli pansiyonlarda kaldım. 1945’te babamın ablası ve kocası beni evlat edindiler.”

Geçmişi hatırlamaya çalışmak yazarın en büyük hayâli değildir elbette. Ailesine karşı duyduğu özlemin bir şekilde kağıda dökülmesi için ve sadece kişisel bir hesaplaşma duygusuyla yazar çocukluk hatıralarını. Elinde kalan birkaç fotografla annesi ve babası hakkında türlü hikâyeler oluşturur ve bunların çoğuna kendi de inanır. Babası berberlik, dökmecilik ve kalıpçılık yapmış bir işçi olsa da -kısa süren askeri hayatına rağmen- onu gerçek bir asker olarak hayâl ettiğini söyler. Bu hayâl o kadar gerçeğe dönüşür ki, okul ulaşımı için halasının verdiği harçlıkları ‘kurşun asker’ almak için kullanır ve pişmiş topraktan bozma bu oyuncakları büyük bir sevinçle biriktirmeye başlar. “Babam için pek çok şanlı ölüm hayal ederdim. En güzeli, posta eri olarak general Falancaya zafer mesajını taşırken makineli tüfeklerle taranmasıydı. Birazcık budalaymışım. Babam saçma ve yavaş bir ölümle ölmüş.”

Hatıralar boyunca yazının gücü ve anıların belirsizliği birbirini destekler, çoğaltır ve yazılması mecbur bir eser ortaya çıkar. Annesi hakkında hatırladıkları daha fazladır Perec’in. Gerçi savaşın ortasında büyüyen annesini düşündükçe pek de iyi şeyler canlanmaz zihninde. Annesinin çocukluğunun sersefil ve olaysız geçtiğini tahmin eder yalnızca. Yahudi ve yoksul bir aileden geldiği için yaşamının ne denli zorluklarla geçtiğini hayal eder ve mezarının yeri bile belli olmayan annesi için üzülmekle yetinir. Annesinin nasıl yaşlandığını gözünün önüne getiremez. Onun nasıl büyüdüğünü, ne keşfettiğini, ne düşündüğünü tahmin edebilmekle teselli bulur. Fakat yine de iyimser bir tutumla annesinin büyük bir felaketin eşiğine sürüklenmediğini; eskiden neler yaşıyorsa, neler hissediyorsa onları yaşamaya, hissetmeye devam ettiğini düşünür Perec. Yoksulluk, korku ve cehalet… Çünkü savaşın ortasına -1913’te- doğan ve dünyaya kadın olarak gelen bir Yahudi için hayat ne demekse, annesi için de durum buydu. Okuma yazmayı bile öğrendiği şüpheli olan bir kadın, kocasını savaşta yitirir; çocuğunu bir başkasına emanet eder ve ortadan kaybolur. Yıllarca kayıp olan annesinin, Auschwitz kampında öldüğü haberi gelir yıllar sonra. Annesiyle son görüşmelerini net bir biçimde hatırlar Perec. Son hatıradır bu. 1942 yılında Lyon Garı’nda, Villard-de-Lans’a gitmek için bindiği trenden gördüğü son görüntü, perondan ona beyaz bir mendil sallayan annesinin hüzünlü görüntüsüdür. Annesi ertesi yıl götürülür Auschwitz kampına. Bu talihsiz olay için sadece şunları söyler Perec: “Ölmeden önce doğduğu ülkeyi yeniden gördü. Ne olduğunu anlamadan öldü.”

Çocukluğuyla yüzleşebilmek için hatırlamaya çalıştığı anılar pek de iyi gelmez Georges Perec’e. Ama o sadece yazmak istemiştir zaten. Belki de yazarak hatırlamak, unutmak için… Neden böylesi bir hesaplaşmanın içine girdiğini anlattığı bölümde, hatıralar ve yazı arasındaki ilişkiyi şöyle açıklıyor.

“Bir şey söylemeyeceğimi söylemek için yazmıyorum, söyleyecek bir şeyim olmadığını söylemek için yazmıyorum. Yazıyorum; yazıyorum çünkü birlikte yaşadık, çünkü onlardan biriydim, onların gölgelerinin ortasında bir gölge, onların bedenlerinin yanı başında bir bedendim, yazıyorum çünkü onlar bende silinmez izlerini bıraktılar ve bu iz de yazı: hatıraları yazıda öldü; yazı onların ölümünün hatırası ve benim hayatımın olumlanması.”

 ** W YA DA BİR ÇOCUKLUK HATIRASI/ Metis Yayınları 2010, 2012/ Çeviren: Sosi Dolanoğlu

*Bu yazı, Peyniraltı Edebiyatı dergisinin Mayıs 2016 tarihli 36. sayısında yayımlandı.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s